500 ppm'de nasıl duracağız? Şu anda senede 50 gigaton'un üzerinde sera gazını atmosfere salıyoruz. 500 ppm'i aşmamak için 2050 yılında 20 gton/sene sera gazı salınım hedefine inmiş olmalıyız. Yani şu andaki salınım kaynaklarımızın yarısından fazlasını elimine etmek durumundayız.
UNFCCC (United Nations Framework Convention on Climate Change) 'nin bağlayıcı belgesi olan Kyoto Protokolu, 2008-2012 döneminde sera gazı emisyonlarının, 37 endüstrileşmiş ülke ve Avrupa Birliği için 1990 seviyelerinin ortalama olarak %5 azaltılmasını sağlayacak hedefler belirlemiştir. Aynı seneyi referans alırsak 2050'de 20 gton emisyon hedefi, 1990 seviyelerinin %50 , 2000 seviyelerinin ise %50'nin biraz daha üzerinde altında olmak anlamına gelir.
Türkiye, sera gazı emisyonları en hızlı artan ülkelerden olduğu halde Kyoto Protokolü'ne taraf olarak bağlayıcı hedefler belirlememiştir. Ancak protokolün uygulamaya girişinden sonra Meclis'te uluslararası anlaşma olarak onaylanmış ve yürürlüğe girmiş olması ile 2009 Aralık ayında Kopenhag'da imzalanması beklenen yeni anlaşmaya taraf olacaktır. Bu anlaşmanın 2012 sonrası için, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için emisyon azaltım hedeflerini belirleyecek anlaşma olması beklenmektedir. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerin hem emisyon azaltımı konusunda, hem de iklim değişikliğine uyum sağlama konusunda nasıl destekleneceklerinin de bu anlaşma ile belirlenmesi beklenmektedir.
Peki ülkeler, belirlenecek hedeflere nasıl uyacaklar? Elbette, sera gazı üreten faaliyetlerini düzenleyerek. Hangi faaliyetler mi? Nicholas Stern, kitabında 2000 senesinde dünya sera gazı kaynaklarının şu şekilde dağıldığını belirtmiş:
Enerji kullanımı ile ilgili olanlar:
- %27 - Elektrik üretimi ve ısıtma
- %12 - Ulaşım
- %11 - Üretim ve inşaat
- % 9 - Diğer yakıtların yanması
- % 4 - Kaçak gazlar
Enerji harici konular:
- %18 - Toprak kullanımındaki değişiklikler ve ormansızlaştırma
- %13 - Tarım
- % 3 - Endüstriyel Süreçler
- % 3 - Atıklar
Ulusal hükümetler ve uluslararası işbirlikleri, bu alanlarda bütüncül ve detaylı politikalar geliştirerek sera gazı emisyonlarını azaltmak durumunda kalacaklar.
Örneğin, ormanlar birer karbondioksit saklama deposudur, özellikle Brezilya ve İndonezya'da yağmur ormanlarının kaybı yukarıda belirtilen %17'lik katkının ana nedenlerinden, kayba yol açan ana neden de tarım arazisine duyulan ihtiyaç. Ulusal ve uluslarası bir politika ile bu kaybın önüne geçmek mümkün.
Toplam sera gazı emisyonlarının %40'a yakını elektrik üretimi, ısınma ve ulaşım için harcanan enerjiden kaynaklanıyor. Bu alanda yenilenebilir kaynaklara yönelmek şart ve çok başarılı ulusla politika uygulama örnekleri elimizde. İspanya ve Almanya'nın başı çektiği Avrupa ülkeleri elektrik enerjisi ihtiyaçlarının %15'e kadarını yenilenebilir kaynaklardan elde edebiliyorlar ve hedef her geçen gün artıyor.
Brezilya, bio-etanol ile tüm kara araçlarında ve içten yanmalı motorlu diğer deniz ve hava araçlarında sıfır karbonlu yakıt kullanmayı başarmış durumda. Etanol üretiminin tarım kaynakları üzerinde yarattığı baskının, niteliksiz toprakta ve az su kullanarak üretilebileceği umulan ikinci nesil biyoyakıtlar ile aşılacağı umuluyor. Jet motorlu hava ulaşımında dahi biyoyakıtların kullanılma imkanı olacak, geçtiğimiz sene Virgin Atlantic şirketi, dört motorlu bir uçak olan B747'yi tek motoruna %20 biyoyakıt, %80 jet yakıtı karışımı besleyerek uçurdu. Boeing şirketi biyoyakıtların uçuş kaynaklı emisyonları %60-%80 aralığında azaltabileceğini öngörüyor ki, 2050'de, artan taleple birlikte, hava ulaşımının emisyonlardaki payının %15 olması beklendiği düşünülürse bu azaltmanın önemi anlaşılacaktır.
Dünya petrol üretiminde arzın talebe yetişememeye başlayacağı tepe noktaya önümüzdeki sene içerisinde varmış olmamız bekleniyor. Bundan sonra bulunacak her damla petrol çok daha zorlu çevrelerde ve çok daha büyük derinliklerden çıkartılmak zorunda kalacak ve maliyeti giderek artacak. Önümüzdeki on yıl için IEA (International Energy Agency) 'nin ortalama petrol fiyatı beklentisi 100 USD civarında. Yüksek petrol fiyatı, karbon emisyonu kaynağı olan tüm petrol yakmaya dayalı süreçleri dönüşmeye zorlayacaktır. IEA baş ekonomisti Fatih Birol'un son günlerde bu konuda söylediklerini bu bağlantıda okuyabilirsiniz: http://www.ntvmsnbc.com/id/24988509/
Şehirler, binalar ve ulaşım bu gerçeklere göre planlanmak zorunda kalacak. Binaların enerji talebini (aydınlatma, ısıtma, havalandırma ve soğutma) azaltmak için ekolojik prensiplere dayanan tasarımlar desteklenecek. Binaların tükettiği kadar enerji üretmesini sağlayacak yöntemler benimsenecek . Şehirler bireysel ulaşımın en aza indirildiği şekilde planlanacaklar, atıklar geri dönüştürülecek veya enerji üretecek şekilde işlenecekler. İstanbul'a üçüncü köprü ve çevreyolu gibi megakarayolu projeleri yerlerini Marmaray gibi mega toplu ulaşım projelerine bırakmak zorunda kalacaklar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder